İçimde Kalan

Bir süredir yalnızlıkla aramdaki girift ilişki üzerine düşünüyorum. Bazen arkamı bile dönmeden kaçtığım, bir an önce sıyrılmak istediğim bir gölge; bazense içine sığınmak istediğim bir liman, bir iç çekişin sessiz yankısı gibi. Kendime bir kadeh şarap ya da basit bir kokteyl hazırlayıp masama oturduğumda, “Şimdi hangi şarkıyı açsam?” diye düşünerek geçen o an’ları seviyorum. İçinde kaybolmaktan korkmadığım, kendi sesimi en net duyabildiğim zamanlar bunlar.

Ama aynı yalnızlık, bazı günler içime ince bir korku gibi sızıyor. Sessiz ama derin. Belki de sevdiklerimden uzak olmanın, tanıdık sokakların sesini unutmanın, çocukluğumun kokusunu ararken boşluğa düşmenin bir sonucu. Belki de adına hiçbir zaman tam olarak anlam veremeyeceğim, sadece gelip geçtiğinde içimi yoklayan, ardından uzun uzun düşündüren bir duygu bu. Ne tam dost, ne tam düşman. Sadece zaman zaman çıkagelen bir gölge gibi.

Bazense geçmişteki bazı an’lara saplanıp kalıyorum. Öylece bir görüntü düşüyor aklıma - net değil, bulanık; ama sanki içimde bir yere dokunuyor. Garip bir şekilde, ne konuşmaları ne de mekânları tam olarak hatırlıyorum. Ama o an’larda ne hissettiğimi çok iyi biliyorum. İçimde kalan kırık bir duygu gibi. Beni nasıl etkilediklerini, nasıl içimde yankılandıklarını hatırlıyorum. Sonra kendimi o hissin içinde buluyorum; zamanın dışına taşmış, durgun bir boşlukta. Ve yine yalnızlığa dönüyorum. Tanıdık bir yer gibi… Onunla birlikte ağır ağır dibe iniyorum, hiç ses çıkarmadan. Sonra bir yerde, nasıl olduğunu bilmeden, yeniden yüzeye çıkıyorum. Kendime döner gibi… ya da belki sadece öyle sandığım bir ana varıyorum.

Bu, beni ben yapan bir döngü mü? Yoksa kendimden uzaklaştıran bir yanılsama mı?

Ben, tam olarak neredeyim?

Keşif Yapbozu